10 Eylül 2012 Pazartesi

22 Ağustos 2012 Çarşamba

UNUTTUKLARIMIZ


U N U T T U K L A R I M I Z 17/06/2006


Kılıçkaya geldi
Baş köşeye kuruldu
Ersis!
Ersis unutuldu.
Ersis’le birlikte bakın,
Daha neler gitti,
Ve neler bitecek
Neler unutulup
Gidecek.

Ersis’de
Evlerde, odalarda,
PEŞHUN vardı.
PEŞHUN’un  etrafında
DİZ çökülür,
BAĞDAŞ  kurulur,
KUKUZ oturulurdu.
TANDIR ekmeğinden
Bir lokma kırılır
Çala kaşık
BAYDE’deki
Çorba
Bitirilirdi.
Unuttuk.

LENGER’de  pirinç pilavı
MAKKALAMA,
TEĞEK yaprağından,
Etli sarma,
SİNİ’de SİRON yenir.
Yarabbi şükür denilerek kalkılır.
Esgel’e, Marant’a
Ekin biçmeye
Gidilirdi.
Unuttuk.

KAVUT çorbasını yağla,
Pirinç çorbasını
Süt’le, KURUT’la yapardık.
Ve KAVUT aşının ortasına
DAĞLANMIŞ tereyağı döker,
Pekmez, kaymak katardık.
Aydınlanmak için ocakta ÇIRA
Isınmak için sobada
KILLIBUDAK yakardık.
Unuttuk

Ersis’in evlerinde
Akşam olur
HARAFANA yapar,
Eğlenirdik.
MAHAT’ta oturur
HUCUM tutar, YÜZÜK oynardık.
YÜKLÜK’de
Yatak yorgan
Yere serer yatardık.
Unuttuk.

HAKÜTA
Olmazsa olmazdı,
KUŞHANE,  tava, TEŞT
Ateşin üstüne
Onsuz
Konulmazdı.
Ocak’ta KUŞHANE
KUŞHANE’de
HAŞO pişerdi.
Pişirmeyi, DÖŞÜRME’yi
Unuttuk.

Değirmen, DİNK gitti.
KÜLEK KÜLEK
GİLGİL, GENDİME
DÖĞDÜK.
DARI kuşlar’sız bitti.
Unuttuk.

HOVLEZ’i, BOKİ’yi
Hatırlayan kaldı mı?
CİNCAR’ı  pancarı
Kim bilir?
LEMLÜK’ün adını,
EVELEK’in tadını,
Unuttuk.

KÂVUS zamanı vardı
GÜZ’ün.
GAZEL’ler arasında
Aranır dururduk.
CANGO’sundan ayrılmış
Cevizimiz ÜÇKÜL’lü
Bostanlarda
LAZUT’lar olmuş
Püsküllü
CALA’sını
Unuttuk.

DEHRE’miz   vardı
PELİT’leri budar,
Davarlara yedirirdik.
Ormanlarda NACAK ile
ŞAHAR yapar, PATHA yapardık,
LOBİYA’ya, ASMA’ya.
Saçaklarda
BEDEVRE’yi
Unuttuk.

Tarla ekilmeden bırakılırsa
EVLEK, AGÖS seçilmez.
KARIK’da TUMP kalmazsa
Çeltik ekilmez.
HİM kazılmadan,
Temel atılmaz.
Tarla ekilmezse,
HOZAN olur.
Ottan, dikenden geçilmez.
Boyundurukta SAMİ’yi
SABAN’da MAÇ’ı, KÖRZEVEL’i.
KESEK’li tarlada TAPAN’ı
Öküzlerin önünde
HODAK’lık yapanı
Unuttuk.

NAHIR’ı NAHIRCI’’yı
MALLAR’ı davarları
HARKÇI’’yı
KOROHCU’yu
Unuttuk.

PURUTÇU’yu kim hatırlar
TANDIR, KÜZE,
Çanak, çömlek yapardı.
Çamurunu ÇIĞNAR, durur
Alın teri katardı.
Zaman zaman ÇERÇİ gelir
İncik boncuk satardı
Unuttuk

PATAT’la tandıra vurulan,
Ekmeğin, KETE’nin, lavaşın
Tadı başka, kokusu çok güzeldi.
Çocuklar için KILİK yapılır
Özelden de özeldi.
KULUL nerde?
KOPTAN nerde?
Unuttuk.

COV’lar yığın yığın
TUMP’larda kalmış.
TOKAÇ vuran kollar
Çoktan yorulmuş.
Çeltik kurutulmuş
Savrulmuş.
KALDAVAR’da BURDO’ları
Unuttuk.

Harmanlarda DÜGÂN vardı
Arpa, buğda döğer.
Kızgın güneş tepemizde
Döner dururduk.
DİRGÂN karıştırır,
Yel esdikçe, TIĞ’ı
YABA’yla savurduk.
TEV devreye girer,
GÖZAR döndükçe
KESMÜK tanelerden ayrılır.
KALBUR sıra savdı,
TOPUR nerde kaldı?
HARAL’ları, TELİS’leri doldurduk,
Toza, tere boğulmayı,
Unuttuk.

Eşeğimiz vardı çilekeş.
Yükümüzü, kahrımızı
Çekerdi
KOLOBOZ’u
Değnek yemiş
Of demez.
Semerini, Kolan’ını,
KAŞ’ını,
PALDUM’unu
Unuttuk.

TIRPAN için kol,
ORAK için el gerek.
Biçtik yığdık LOLO LOLO
TAPUL yaptık, HOROM büktük,
Bağ bağladık KEM ile.
MUSMAR çaktık yapısına,
KULLAP, ZIRZA kapısına,
MEREK’leri, ÇATMA’ları
Unuttuk.

Ambarlarda HARO vardı
Göz göz,
Çalış, didin dolmazdı.
Un orada, DEN orada
Emeğimiz,
ERZAĞIMIZ,
Küme, Pestil, tenekede, küplerde.
Kurutulmuş Dutlarımız,
KAK’larımız,
Varlarımız,yoklarımız orada.
Kendimizi
Unuttuk.

Çardaklarda her şey vardı.
HEVENK HEVENK.
Yaprak, soğan,
Asılması olağan.
CECİM’lerde Çeltik kurur,
Ne taşısak çuval çuval orada.
GÜZ kapıda, Kış gözüktü
Baharlığı,
Unuttuk.

KÂHNİÇ’imiz, KÂHAN için hazırdı
KÂRTOL ile LOBİYA’nın
Diplerini EŞMEYE.
EGİŞ vardı
Tekne dibi kazırdı.
MALUĞ’unu,
TULUĞ’unu
Tavuğunu, CULUĞ’unu
Yumurtanın BULUĞ’unu
Unuttuk.

LEÇEK gitti,
ÇİT kalmadı
Yaşmağa.
HOTOZ’luya bayılırdık
Bakmağa.
YEMEN var mı?
Unutuldu,
Kunduradan ÇİSTİĞ’e.
PAPUL’umuz esir oldu lastiğe
Çarık nerde, SİRİM nerde?
DİZLİK, TOZLUK
Kaldı mı?
ŞALVAR, ÇUHA, KAYTAN bitti.
Unuttuk.

MAHRAMA’ya ekmek bağlardık.
Davarcığı doldurunca
Uzaklara,
Çocukları FECİR vakti,
İşe güce yollardık.
Mahallede
Neneleri, dedeleri
Unuttuk.

KÖBUT olmadan ÇEPİK,
DİRİP olmadan sepet,
Örülmez.
Kumluğa gitmeden
Ceznar. söllek görülmez
Yaşam böyle,
Problemler
Uğraşmadan
Çözülmez
LEK çökmeden su durulmaz
ÇOROH akar
Ne getirdi
Ne götürdü
Sorulmaz.
Nice sözcük
Öldü gitti dirilmez
DAYI, EMİ,
EZE, BİBİ
Komşuları
Unuttuk.

KUY yapardık,
KORKUL toplar,
CİNNİK biner,
HOLLA çelik
Oynardık
Karda, buzda
Kızılcık SARSAP’lı,
Kızakları
Unuttuk.

TÜT DÖŞÜR’dük
Kazan kazan
Kaynattık.
CİBRE’sini inek yerdi.
Şırasını
KÜRÜN’lerden
Bakraçlara boşalttık.
TEŞT TEŞT
Pekmez yaptık ,
Pestil yaptık.
Küme yaptık
Üzümden
Çardaklarda kuruttuk.
Çoluk çocuk
Yesin derken
Yetimleri
Unuttuk.

Orman güzeli COL,
Çam güzeli ÇEKİM,
KÂŞ’ın kabanını
Unuttuk.

KAH vardı hoşaf için
Elma, armut kurusu,
TUT sallansa
CECİM’leri
Tutardık.
AYŞE EZEM kaymakları
KUYMAK yapmış
Yutardık.
KAYSEFE’ye ceviz koyduk
Tereyağı
Unuttuk.

BATMAN’la, OKKA’yla, DİRHEM’le
Tartardık.
KOD vardı, URUP vardı
Ölçerdik.
HELÂBİ’yi, ARŞIN’nı
Adım’ı, kulaç’ı, karış’ı
Ölçümüzü, tartımızı
Unuttuk.

Heygidi zaman
LÜKS lâmbası, lükstü
Gaz lâmbasını
Kandili, mumu
Kim kullanır?
Çıranın aydınlattığı,
Geceleri
Unuttuk

KIDİK oğlak oldu
PİSİK kedi
İSTİKÂN’lar bardak
SACAYAĞI kovuldu
ELDEMİR’ri, KÜŞTÜRA’yı
Unuttuk.

AHUR’larda
MERTEK vardı,
GEVEN MERTEK’leri
Tutardı.
MÜSÜRÜĞÜ, ÇİFÇOL’u
SAKKOYİL’li, HUŞKİ’yi
AHURİĞİ, MUHURİĞİ,
Unuttuk

LİME LİME olmuş
Dağılmışız,
Gitmişiz.
Mahallede
Tükenmişiz, bitmişiz.
KÜZE’lerden
Serin suyu içmişiz.
Geleneği, göreneği
Unuttuk.


Kılıçkaya’nın göbeğine
Barhal’lı Topbaş
Gelmiş oturmuş.
Kadirşinaslıktan
Eser kalmamış
Yazık.
Ersis unutuldu,
Dert değil.
Bir Babacan
Yaşar Beyi
Yaşatmayı
Unuttuk.

Necmettin AYKAN

6 Mayıs 2009 Çarşamba


KÖY ENSTİTÜLERİ VE SONRASI

Bir 17 Nisan tarihini daha geride bıraktık.

Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıl dönümü.
Özlemle anıldı.

Daha çok yerde, daha yaygınlaşan bir alanda, daha geniş katılımlarla,
İçeriği daha zenginleştirilerek kamuoyuna sunuldu.
Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, bu özgün eğitim deneyimini, gelecek kuşaklara taşımada önemli bir işlevi yerine getiriyor. Her fırsattan yararlanarak, etkinliklerini yoğun bir biçimde sürdürüyor.
Türk Eğitim Sistemi’nin çıkmazda, Türk Devrimleri’nin tehlikede olduğunu algılayan geniş çevre ve kuruluşların dikkatleri bu alana çekilerek, bu özgün eğitim deneyimi, bir kere daha gündeme taşındı, kamuoyunun ilgisine sunuldu. Anılar tazelendi, gittikçe sayıları azalan mezunlar hatırlandı, onurlandırıldı. Büyük Kurucular, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç bir kere daha saygı ile selamlandı, Enstitü Yerleşke’lerinden izleri kalanlar ziyaret edildi, bu izlerin ve isimlerin yaşatılması için kararlar alındı, anıtlar açıldı.

Niçin kurulmuştu, ne idi Köy Enstitüleri, niçin unutulmuyordu?
Bu soruların yanıtları, sınırlı sayıda bilimsel nitelikli yayınlardan; mezunların anılarından ve eserlerinden, bir televizyon belgeselinden, her yıl 17 Nisan dolayısı ile basında çıkan köşe yazıları ve makalelerden öteye taşınamadı. Üniversitelerimizin Eğitim Fakülteleri bu özgün eğitim kurumu enstitüler konusunda bilimsel çalışmalarla hem kendi alanlarını zenginleştiren, hem eğitim uygulamalarına ışık tutan, iyi niyetli yöneticilere yol gösteren bir işlevi yerine getiremediler.
Köy Enstitüleri bir öğretmen yetiştirme projesiydi. Türkiye’de öğretmen yetiştiriliyordu. Bu Cumhuriyet’ten önce de vardı, Cumhuriyet’in ilanından sonra da sayıları ve çeşitleri artırılarak devam etti. Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri, Yüksek Öğretmen Okulları; İlk Okulların, Orta Okulların, Liselerin Öğretmen kaynağıydı.
Bu üç kaynaktan gelen öğretmenler, okulun öğretmenidir, çocukların öğretmenidir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlediği programları okulda, sınıfta, derste uygulamakla görevlidirler. Yetiştirilme biçimleri de buna göredir. Bu kaynaklardan gelen öğretmenlerin bu programlar dışına çıkarak, halkı eğitmek, onların ekonomik, sosyal, kültürel gelişim ve değişimini sağlamak ya da etkilemek gibi resmi bir yükümlülükleri yoktu.
Çocukların eğitimi yoluyla, toplumun sosyal, ekonomik ve kültürel değişimini sağlamak oldukça uzun bir süreci gerektirmektedir.

Yepyeni temeller üzerine kurulmuş, büyük devrimleri gerçekleştirmiş bir devletin, öngördüğü yeni değerleri toplumun bütün fertlerine taşıması, onları bir yaşam biçimine dönüştürmesi, ete kemiğe büründürmesi için böylesine uzun bir süreci beklemesi düşünülemezdi. Cumhuriyet ve Devrim değerlerini hızla halka ulaştıracak yeni projelere, yeni kurumlara ihtiyaç vardı.
Millet Mektepleri, Halk Evleri ve Halk Odaları bu proje ve kurumların önemli üçayağını oluşturmuştur. Cumhuriyet ve Devrim değerleri ile çağdaş yeni değerleri
Bilim, Kültür ve Sanat etkinlikleri ile kent ve kasabalarda geniş kitlelere bu kuruluşlar ulaştırmaya çalıştı. Bu etkinliklere katılmış nice aydınlık yüzlü bilim, kültür ve sanat insanını hala çevremizde görmek olasıdır.
Peki, Köyler ve Köylüler ne olacaktı? Onlar ki nüfusun yüzde seksenini oluşturuyordu. Ağanın, şeyhin, cehaletin pençesindeydi.
Yoksuldu, topraksızdı, sağlıksızdı. Emeğinin, ürününün, sözünün değeri yoktu. Suyu yoktu, yolu yoktu. Kırk bini aşkın köy ve mezrada derme çatma evlerde yaşam sürdürmek onlar için kaderdi.
Cephelerde milletin kaderini değiştiren bu vefakâr insanlar, kendi kaderlerini değiştirme güç ve olanağından yoksundu.
İşte bu koşullarda ki köyü ve köylüyü kurtarmak, onları, mutlu ve refah içinde bir hayata kavuşturmak, Cumhuriyet ve Devrimlerin aydınlığı ile donatmak, onları gerçek anlamda milletin Efendisi yapmak bir ihtiyaçtı, bir zorunluluktu. Cumhuriyet ve Devrimlerin geleceği bu büyük çoğunluğun kazanılmasına bağlıydı. Bunun tek yolu eğitimdi.
Peki, nasıl bir eğitim? Bilinen eğitim kurum ve yöntemleriyle bu büyük ve çok yönlü sorunu çözmek olanaksızdı. Köye özgü, onun bu çok yönlü ve karmaşık sorunlarına yeni bir eğitim anlayışı ile yaklaşmak kaçınılmazdı.
Köyü ve Köylüyü yakından tanıyan, Cumhuriyet’in devrimci, inançlı, bilgili eğitimcileri Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve onlara inanmış isimsiz kadrolar Köy Enstitüleri Projesini hazırladılar. 1939’dan itibaren hayata geçirilen bu proje ile köyden alınan ilkokul mezunu yetenekli ama yoksul köy çocukları yeni bir eğitim öğretim anlayışı ile beş yıllık sürede yetiştirilecek ve yirmi yıl mecburi hizmetle köye gönderilecek. Bu öğretmenler, köylüyü ümmilikten kurtaracak, onların sosyal yaşamlarını değiştirecek, tarımını modernleştirecek, gelirini artıracak, hayvancılığın ıslahına önayak olacak, onları Cumhuriyet ve Devrimlerin aydınlık değerleri ile buluşturacak, köylünün kültürel değerlerini, müziğini, folklorunu yeni yaklaşımlarla ele alacak, kısaca üzerine ölü toprağı serilmiş köyü her yönüyle canlandıracak.
Gerçekten bu yepyeni, bize özgü bir eğitim yaklaşımı ve düzenlemesiydi.
Proje aynen uygulandı. Yalnız okulun ve çocukların değil, Köyün ve Köylünün öğretmeni yetiştirildi. Bu öğretmen yukarıda öngörülenleri gerçekleştirebilmek için köyün ve köylünün geri kalmışlığını ortadan kaldıracaktı. Şeyh’le, Ağayla cebelleşecek, bunların baskısı ile harekete geçebilecek olan Bucak Müdürü ile Kaymakam’la, Vali ve Siyasetçi ile boğuşacaktı. Hiçbir şeyden korkmayacak, hiçbir zaman yorulmayacak, hiç kimseye küsmeyecek, kırılıp incinmeyecek, acıya, yalnızlığa katlanacak, endişeye kapılmayacak, başkasına ve başkalarının değerlerine özenmeyecekti. Cumhuriyet ve Devrim değerlerinden ödün vermeyecek, bu değerleri herkese taşıyacak, herkesle paylaşacak, kaderciliğin ve bağnazlığın önünü kesecek, belini kıracak, etkisini ve işlevini sıfırlayacaktı.

İşte bu niteliklere sahip öğretmen yetiştirmek için, Köy Enstitüleri Programı “Değerler Sistemi” üzerine kurulu gerçek bir Eğitim-Öğretim sistemidir. Enstitülerin yerleri, koşulları, yönetici ve eğiticileri buna göre seçilmişti. Bu programda özü insan için bir üst değer yaratmayacak hiçbir etkinliğe yer yoktu.
Eğitim, akılcı, çok yönlü, bütün bir hayatı kapsayan iş eksenliydi. Köyde olan, olması gereken bütün iş ve yaşam etkinlikleri bu eğitimi belirliyordu. Olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi. Çünkü olanı olması gerekenle değiştirmeyi amaçlıyordu. Bu eğitim, bilinen sembol araçlara dayalı bir iş eğitimi değildi. Onun için “özgün” bir eğitim denemesiydi.
Öğretim, düşünmeyi, irdelemeyi, sorgulamayı ve tartışmayla bir sonuç çıkarmayı amaçlıyordu. Bütün çağdaş değerleri içeren ders kitapları ve diğer yazılı kaynaklar bu irdelemelerin ve tartışmaların birer aracıydı.
Güzel Sanatlar, Halk Kültürü ve Tiyatro, Eğitim- Öğretim uygulamalarının ayrılmaz bir parçasıydı.
Köy Enstitülerini kuranlar, Köy Enstitülerini yönetenler ve Köy Enstitülerinin her alandaki usta öğreticileri müthiş bir iş başararak köyün beklenen Öğretmenini yetiştirmeyi başararak mezunlarını köye göndermeye başladılar.
Köye ve Köylüye ulaşan aydınlığın yankıları bütün ülkeyi sardı, bütün dikkatleri üzerinde topladı. Köyün ve Köylünün talihinin değişeceği düşüncesi kesinleşme yoluna girmişti. Budan son derece rahatsız olan geniş çevreler vardı.
Köyün ve Köylünün geri kalmışlığından yararlanan ağalar, şeyhler ile buların yönlendirdiği siyasetçiler ve Devrim değerlerinin köye ulaşmasından korkan Karşı Devrimciler, Köy Enstitülerinin üzerine çullandılar.
Kara çalmada sınır tanımadılar. 1945’den sonra ki demokratik açılımla Türk siyasal hayatına giren Demokrat Parti, bütün kadrolarıyla, Köy Enstitülerini hedef aldı. Bu saldırılar karşısında, Cumhuriyet Halk Partisi, Köy Enstitülerini savunamadı. Kurucular Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden uzaklaştırıldı. Yerlerine getirilen Reşat Şemsettin Sirer ve Yunus Kâzım Köni Enstitü programlarında değişikliğe gittiler. Bu geri çekilme ve tavizler Köy Enstitüleri karşıtları için hiçbir anlam ifade etmedi. Aleyhte propaganda hız kesmeden devam etti. Yeni girilen çok partili hayatın özgürlük ortamı işlerini kolaylaştırdı. Bütün bunlara ilaveten, İkinci Dünya Savaşının toplumda yarattığı olumsuzlukları da kullanan Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de iktidar oldu.
Demokrat Parti’nin ilk icraatı, Türkçe Ezan’ı kaldırmak, Halk Evleri ve Halk Odaları ile Köy Enstitülerini kapatmak oldu. Böylece Cumhuriyet ve Devrim değerlerinin köylüye ulaştırılmasının, onların sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin yolu kesilmiş, karşı devrim düşünce ve uygulamalarının önü açılmıştı.

Köylünün sosyal, kültürel ve ekonomik gelişme yolunda beliren umutları yok olmuş, doğup büyüdüğü köyünde mutlu olma şansı ortadan kaldırılmıştı. Çağdaş hiçbir olanağın sunulmadığı köylü, uzun yıllar, yol, su, okul vaatleriyle oyalanmış, önce Demokrat Parti sonra onun devamı, sağ siyasal partilerin oyalama ve uyutma politikaları sürüp gitmiştir.
Haberleşme ve ulaşımdaki gelişmeler köylünün kent yaşanını daha yakından tanımasını sağladı. Almanya’ya başlayan işçi akını, içte şehirlere de yönelerek, bugünkü varoşları meydana getirdi. Köyde daha az kaynaklarla mutlu edilebilecek köylüler, bugün kent varoşlarında çözümü olanaksızlaşan yaşam koşulları altında, sosyal, kültürel, ahlaki çöküntü sürecini yaşamaktadır. Devlet, ne köylü, ne kentli olan bu büyük kitleler karşısında çaresiz kalmıştır. Bu, Köy Enstitülerini ortadan kaldıran zihniyetin Türk Toplumuna sunduğu kötülüklerin en büyüklerinden birisidir.
Köy Enstitülerini kapatan zihniyetin ikinci ve beklide birincisinden daha vahim sonuçlar doğuran, bundan sonra da doğurmaya devam edecek olan, çağdaş eğitim sistemine karşıt, ona alternatif bir örgün ve yaygın eğitim politikasını devreye sokması olmuştur. Bu zihniyet Demokrat Parti döneminden başlayarak günümüze kadar toplumun din duygularını istismar etmiş, Kuran Kursları, İmam Hatip Okulları, İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri sistemi ile ümmetçi bir zihniyetin toplumda kökleşmesinin yolunu açmıştır. Bu alternatif eğitim süreci yoksul halk çocukları önüne sürülmüş, tuzak bir eğitim süreciydi. İçte olduğundan çok dış destekçileri vardı. Amaç bu yolla Türkiye Cumhuriyetini ve Devrimlerini zaafa sürüklemek, çıkmaza sokmak, ikilem yaratmak. İşte bu gün toplumca ulaştığımız nokta budur.
Görüldüğü gibi yoksul halk çocukları, Köy Enstitülerinde Cumhuriyet ve Devrim değerleri ile yetiştirilirken, benzer kaynaktan gelen öğrenciler yoğun bir şekilde dinsel değerlerle yetiştirilerek farklı dünya görüş ve anlayışlarına sahip kuşaklar ortaya çıkarıldı. Yaratılan bu yeni kuşağın talepleri ile devletin temel nitelikleri örtüşmediğinden, bütün kamu kurumlarında büyük sorunlar yaşanmaktadır.
Devlet bu kuşağın kuşatması altındadır. Temel görevi, ülkenin ve halkın sorunlarını çözmek olan iktidar, bu görevini ikinci plana koyarak, bütün gücüyle bu aykırı felsefe ile yetişmiş ya da çıkarı gereği bu felsefeyi benimsemişleri kamu kurullarına yerleştirme savaşı vermektedir.
Bunda büyük mesafeler almış, son kalan direnç noktalarını zorlamaktadır. Bu noktalar da aşıldıktan sonra, artık Türkiye Cumhuriyetinin, İslâmi niteliğinin derecelendirilmesi tartışmaya açılabilir. 17/04/2003
Necmettin AYKAN

Necmettin AYKAN


7 Ocak 2009 Çarşamba

UMUTSUZLUK

İzmir-1988
Bütün kapılar kapandı
Işıklar söndü
Karanlık çöktü
İçimize
Bütün renkler
Bütün izler silindi
Hüzün taş kesildi
Ve her şey
Yalandı

Ne alev kaldı ne kor
Küller tepelerden savruldu
Bir bulut
Yağmursuz
Vadiler kupkuru
Şimşekler sessizliğe sığındı
Ve bir orman
Issızlığa teslim
Dallar donakaldı
Umut
Yaprak yaprak
Parçalandı

Fırtınalar dindi
Sular Duruldukça duruldu
Liman
Sessiz-sakin
Bir gemi
Yelkeni yok-tayfasız
Bir kıyı yanı başında
Bir kıyı çok uzakta
Rüzgârsızlığı
Anlamadı

Mevsimler bitti
Ne bahar var
Ne kış
Hasadı yok
Harmanı yok
Düşlerin
İnsan
Umutsuzluk
Sarmalından
Kurtulamadı

Necmettin AYKAN
C A N
15/07/2005
Can,
Akılla daha can
Ne yaparsak yapalım
Yaptığımız insanca.

Düşündüğümüz
Söz olunca
Daha güzel
Susmak insanca.

Kördüğümdür yaşam
Çözdükçe
Anlam kazanır
Çabalama insanca.

Kalabalıklar içinde
Yalnızlık
Sonsuzluk gibidir
Bilinmezlik insanca.

Ne su
Bizim içindir
Ne hava
Güneşin aydınlığınca
Varız
Bilmek insanca.

Sevmek tutunmaktır
Duygularla
Yaşamak insanca.

Vazgeçme
Her gece
Sabahla biter
Sabrımız
Direncimiz insanca.

DEDEN
Necmettin AYKAN

5 Ocak 2009 Pazartesi

G Ü Z E L İ M Y E L İ N

15/07/2005

Yol Gitmek,
El tutmak içindir.

Lâl olur dil
İçindekini söylemese.

Nerden bileceksin
Sabah olduğunu
Güneş
Pencerenden
Süzülmese.

Umut içimizde
Tomurcuk gibidir,
Açmaz
Sevgiyle beslenmese.

Yumak
Yumak kalır
Dokunmak için
Çözülmese.

Sen güvensin
Kendine,
Ve sen
Sen olursun
Kimse bilmese.

Dünyalar
Benim olur,
Güzelim YELİN
Üzülmese.

Necmettin AYKAN
DEDEN
SUÇLU SADECE BUNLAR MI?

Necmettin AYKAN

AKP iktidar olduktan sonra, rejimle ilgili kaygılar artarak sürüyor. Bir taraftan yasal düzenlemelerle, öbür yandan kadrolaşarak, bazen sinsice, bazen açıktan açığa geriye gidişin önündeki engeller kaldırılmaya çalışılıyor. Kurumsal dirençler ortaya çıktıkça sorun zamana yayılarak yeni fırsatlar kollanıyor, her uygun koşul anında değerlendiriliyor ve bu kararlılıkla sürdürülüyor.
İktidar, bu alanda sayısal çoğunluğundan güç aldığı gibi, iç ve dış, “Cumhuriyet” ve “Devrim” karşıtlarının çabalarını da arkasına alarak, bu yolda doludizgin gitmektedir. Bu gidişin nasıl sonuçlanacağı, ülkemizin hangi badirelerle karşı karşıya kalacağı aklı-başında, sağduyu sahibi herkes tarafından az çok kestirilmektedir.
Bu duruma nasıl gelindi? Acaba suçlu, sadece bu iktidar kadroları ve yandaşları mı? Bunlar hangi yanlış politikaların ürünü? Bu politikaların başlangıcı neresi, başlatıcıları kim? Bunları da bilmeye, tanımaya hatta yargılamaya hakkımız yok mu?
İlerici-Gerici çatışmalarının Osmanlı’nın yenileşmeye yönelmesiyle başladığını biliyoruz. Osmanlı’nın yıkılışı, Cumhuriyetin kuruluşunu sağladı. Bunu, ilericilerin bir zaferi olarak da yorumlayabiliriz
Cumhuriyeti kuranların gücü karşısında, gericiler sinmiş, sütre gerisine çekilerek uygun zamanın gelmesini, uygun koşulların ortaya çıkmasını beklemeye koyulmuşlardır.
Atatürk döneminde ki çok partili sisteme geçme denemelerinde nasıl hortladıklarını, fırsatını bulunca nasıl başkaldırılarda bulunduklarını biliyoruz.
Cumhuriyet kurucuları, hem cumhuriyetin, hem de devrimlerin yerleşip kökleşmesini sağlamak için örgün ve yaygın eğitim kurumlarına önem vererek okullaşma yanında Halkevleri, Halkodaları, Köy Enstitüleri gibi toplumu her kesimiyle kapsayan bir dönüşüm projesini hayata geçirdiler. Gerici ve çağ dışı akımların önü ancak top yekûn eğitim yoluyla kesilebileceği biliniyordu. Çağdaşlaşma savaşı ancak beyinlerle kazanılır. Bu değerlerle donatılmamış beyinlerden Cumhuriyet ve Devrim değerlerinin korunup geliştirilmesi beklenemez. Bu uzun soluklu bir süreçti.
Birkaç kuşak boyu sürmesi gereken bu süreç sağlanamadan yeni bir döneme geçildi.
Çok partili demokratik düzen; Yıl 1945.
Cumhuriyet ve Devrimler emekleme çağında. Bir kuşağın üçte bir yaşında.
1945 sonrası çok partili hayata geçiş rejimin demokratikleşmesinin önünü açarken; “Cumhuriyet”in ve “Devrim”lerin yönünü değiştirmenin, hızını kesmenin de başlangıcı sayılabilir.
Demokratik çok partili bir düzen kurmanın onurunu taşıyan Cumhuriyet Halk Partisi, geriye gidişin ilk sinyallerini de vermeye başlamış bir bakıma kendi felsefesine ters bir tutumun ilk örneklerini vermişti.
Bu biraz da 1946 seçimlerinden sonra Demokrat Parti’nin güçlenmesinin önünü kesmeye dönük, yanlış, cılız ama ilericiler için çok büyük ödünlerdi.
Köy Enstitülerini savunamama, kurucularını görevlerinden uzaklaştırma, dini eğitimin önünü açma Cumhuriyet Halk Partisine bir şey kazandırmamış, ama cumhuriyetin doğrultusundan sapılabileceğinin de mümkün olacağının ilk örneklerini vermişti.
Demokrat Parti, demokratikleşme talepleri, düşleri ve düşünceleri olan pek çok kişi yanında “Toprak Reformu” karşıtları ile “Cumhuriyet Devrimleri”ni içine sindirememiş, “Aydınlanma” “Çağdaşlaşma” karşıtlarının, -bir bakıma karşı devrim düşüncesini içinde taşıyan çevrelerin- partisi oldu.
Köy Enstitüleri, Halkevleri ve Halkodaları karşıtlığının arka planında, “Aydınlanma” karşıtlığının olduğu kuşkusuzdur. “Halkın”, özellikle de “köylünün” uyanması, yeni demokratik, sosyal, ekonomik, kültürel haklar talep etme bilincine kavuşması, bu geri kalmışlıktan “nema” bekleyenleri endişeye sokuyordu. Uyanış halkalarının genişleyerek toplumun bütün kesimlerini kapsaması, “ağaları”, “şeyhleri” tedirgin ediyordu. Bunlar “Demokrat Parti”nin şemsiyesi altında kendilerini güvenceye alma olanağı buldular.
Demokrat Parti kurucularının ilk siyasal söylemleri, “İkinci Dünya Savaşı” sonrası “Amerika” ve diğer “Batılı Devletlere” koşut, “Demokratik” bir “Siyasal Sistem”in yerleşmesine katkıda bulunmak; “Tek Parti” yönetimine alternatif olmaktı. Ama bu “Cumhuriyet Halk Partisi”nden daha ilerici bir parti olmayı amaçlamıyordu.
Çağdaşlaşma karşıtlarının önü açılmışı.
Bununla birlikte, kurucuların, Cumhuriyet Halk Partisi içinden gelmeleri “Cumhuriyet” ve “Devrimler” in “zaafa” uğratılmayacağı “düşlerinin” kurulmasını da sağlıyordu.
Umulan ve beklenen olmadı.
1950 Seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti, ilk iş olarak Türkçe Ezanı Arapça’ya çevirdi, Halk Evlerini, Halk Odalarını, Köy Enstitülerini kapattı, toprak reformunu rafa kaldırdı, eğitimde dinselleşmenin ilk adımlarını attı.
Bu dönem hüsranla bitti.
27 Mayıs 1960 Devrimi, “Çağdaşlaşma” yolundan sapan “Rejimi” yeniden “Rayına” soktu. “Modern” bir “Anayasa” yaptı. Sistemi “Anayasal Güvencelere” sahip kurumlarla donattı.
1963 seçimlerinden sonra, Demokrat Parti’nin devamı olan “Adalet Partisi” iktidarı ele geçirdi. Adalet Partisi, geriye gidişte Demokrat Partinin bıraktığı noktadan işe başladı.
Adalet Partisinin Genel başkanı Süleyman Demirel, Türkiye’de dinsel gerici akımların yayılma ve gelişmesinin başlıca mimarı ve sorumlusudur. Kuran Kurslarının, İmam Hatip Okullarının, İslam Enstitülerinin devletin resmi eğitim kurumları içinde serpilip gelişmesinin, laik eğitime karşı program ve kadrolarla güçlendirilmesinin, başlıca sorumlusudur.
1970’lerde Ecevit, Cumhuriyet ve Devrim değerlerine karşıtlığı ile tanınmış bir Erbakan’la koalisyon yapmakla onun politikalarının hem “Toplumda”, hem de “Devlette” kabul edilebilirliğinin yolunu açmış, “Fetullah Gülen”e yaklaşımı ile ilericilerin umutlarını kırmış, gericilerin sempatisini toplamayı partisinin politikası haline getirmişti.
12 Eylülcülerin siyasi körlüğü Cumhuriyete ve onun getirdiği değerlerin çökertilmesine neden olmuş, güç-bela yetişmiş kadroları silmiş süpürmüş, gericilerin ekmeğine yağ sürmüştü.
Bu sürecin yarattığı Turgut Özal, ustası Süleyman Demirel’den geri kalmayan bir hızla toplumda ve devlette dinselleşmeye önayak olmuştu.
Bayan Başbakan Tansu Çiller, dindar gözükme adına görüntü vermeyi marifet sanmış, toplumda ve devlette dinselleşmenin bir numaralı savunucu ve sabıkalısı Erbakan’ın partisiyle koalisyon kurmuş ve “yirmi sekiz şubat”a toslayarak iktidarı son bulmuştu.
28 Şubatla “Devlette Dinselleşme ve Geriye Gidiş” in hızı kesilmiş, yeni bir “Siyasal Rota “ düzeltilme denemesi yapılmıştı. Tek somut uygulama “İlköğretim ve Eğitim” süresinin sekiz yıla çıkarılması ve “Kuran Kursları”na kısmen sınırlandırma getirilmesi olmuştu.
Görüldüğü gibi 1945’den itibaren bütün sağ iktidarlar geriye gidişin altyapısının oluşturulmasında elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Bunların karşısında devrimlerden, çağdaşlıktan yana politikalar oluşturamayan, öngörüsüz sol ve sosyal demokrat partiler pasiflikleri ile bugünkü şeriatçı bu iktidarın değirmenine su taşımışlardır.
Ve yine “ÖNGÖRÜ”den yoksun “SAĞ” siyasal partiler ve politikacılar”; “Arka Bahçeleri” sandıkları kurumlarda yetiştirdiklerinin “Adalet ve Kalkınma Partisi” adında yeni bir parti kurarak beklenmedik bir anda “İktidarı” ele geçirmesi karşınında şaşkına dönmüş neye uğradıklarını anlamadan yok olma düzeyine inmişlerdir.
DYP’si, ANAP’ı, MHP’si, SP’ si ve DSP’si ülkenin iç ve dış politikalarında içine düşülen büyük ve tehlikeli gidişi görmezden gelerek, hala türban gibi, karşı devrim simgesi bir bez parçasından pay kapma yarışına soyunmuşlar ve bunu dini özgürlük adıyla perdelemeye çalışmaktadırlar.
Cumhuriyet Kadının uygarca ve çağdaş değerlerle yaşama hakkı göz ardı edilerek.
Çağdaş Türkiye Cumhuriyetinin çökertilmekte olduğunun farkına varılmayarak.
Utanılacak bir büyük ittifakla.
Devrimlerden yana, çağdaşlıktan yana partiler, sivil toplum örgütleri, odalar, sendikalar bu geriye gidiş karşısında dağınık, suskun ve işlevsiz.
Ve hepsi:
“Atatürkçü”, “Mustafa Kemalci”.
Acaba suçlu sadece AKP’ mi?
Cumhuriyetin getirdiği çağdaş değerlerden hızla uzaklaşıp rejimin içini boşaltarak toplumsal ve kültürel geriliğin çukuruna yuvarlanmamızda:
NE DE ÇOK SABIKALI VAR DEĞİL Mİ?




Not: Bu yazı 2005’te yazılmış ve Cumhuriyet gazetesine gönderilmişti. Ancak yayınlanmamıştı. Yıl 2009 artık gerici yönetimin ele geçirmediği tek bir kurum ve kuruluş kalmadı. Devletin tepesinden tabanına kadar.01/o1/2009
Çağdaşlaşma rüyaları görenlere geçmiş olsun.


Necmettin AYKAN